İnşAllah demedi bakın neler oldu – Dini islami hikayeler
İnşallah demenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu bu dini ve islami hikayemizi okuyunca biraz daha anlayacaksınız.
Öyle şeyler var ki, kimi zaman insan; “Aman Allah(c.c)’ım, bize basit gibi gelen, hatta ağız alışkanlığı yapan kimi konular hakikatte ne kadar önemliymiş” demekten kendini alamıyor. Neden bahsettiğimi anlatacağım. Ama önce küçük bir hatırlatmamız var.
Vaktimizi ve sütunlarımızı hep siyasetin günlük keşmekeşi içinde harcayıp gidecek değiliz. Okuyucuların; “Bugüne kadar sizleri o kadar okuduk, işe yarar hiçbir şey öğrenmedik” itabından kurtulmak için de kimi zaman farkındalık oluşturmak gerekiyor. Tıpkı bugün olduğu gibi… Çünkü bir gün bunun da bir hesabı var.
Mesela dil alışkanlığıyla artık söylerken sıradanlaşan kimi sözlerin hakikatte ne anlama geldiği ve neden önemli olduğu konusunda… Bugün sizlere bunlardan sadece “İnşaallah” kelimesinin günlük hayatta kullanılmasının neden önemli olduğunu anlatacağım. Anlatacaklarımı bilenler bugünlük hoş görsünler, ilk kez duyanların da teşekkür etmelerine gerek yok, okuduklarını en az bir kişiyle paylaşmaları bizi daha çok memnun eder. Sabırla okuyun, pişman olmayacaksınız.
Kapılar kapanınca…
Hz. Peygamber (sav) Mekke döneminde İslam’ı tebliğ ederken, Mekke’nin ileri gelenleri de sayıları giderek artan Müslümanlarla nasıl baş edecekleri konusunda çareler düşünmeye başlar. Fakat Hz. Peygamberin tam olarak ne yapmak istediği konusunda kafaları karışıktır. Yine bir gün bu çetin problem hakkında konuşurlarken, Yahudi âlimlere de danışmak üzere bir heyet göndermeye karar verirler. Gönderecekleri iki elçiye; «Onlara Muhammed´den bahsedin, onu tarif edin ve söylediklerini iletin; çünkü onlar ilk kutsal kitaba inanıyorlar ve mutlaka peygamberler hakkında bilgileri vardır. Oysa bizim bu konuda hiçbir bilgimiz yok» derler.
Konu Yahudi âlimlere açılınca, gelen heyete şunları söylerler: “Peygamber olduğunu söyleyen o kişiye şu üç soruyu sorun. Eğer bu sorulara cevap verebilirse O Allahın peygamberidir, fakat eğer cevap veremezse yalancı ve sahtekârdır.” Yazıyı uzatmamak için bu soruları geçelim.
Heyet Mekke’ye döndüğünde, Kureyşin liderleri Hz. Peygambere haber göndererek bu üç soruyu sorar. Hz. Peygamber: «Yarın size bunların cevabını vereceğim» der. Fakat înşaallah (Allah dilerse)» demeyi unutur. Ertesi gün Kureyşliler cevap için geldiklerinde onları geri gönderir. Hz. Peygamber Hz.Cebrail (as) vasıtasıyla Allah’ü Teala’dan bu soruların cevabını beklemektedir. O günden itibaren on beş gün boyunca hiç bir vahy gelmez, Cebrail de hiç yanına uğramaz. Mekkeliler alay etmeye başlarlar. Hz. Peygamber Mekkelilerin alaylarına çok üzülse de yapacak bir şey yoktur. Kendisini normalde hemen her gün ziyaret eden Cebrail de ortalıkta görünmemektedir. En sonunda Cebrail, onu teselli eden ve üç soruya da cevap veren vahyi getirir. Cebrail bu arada bu uzun bekleyişin sebebini de getirdiği şu ayetle izah eder:
«Hiç bir şey hakkında ´Ben bunu yarın mutlaka yapacağım´ deme. Ancak: «Allah dilerse» (yapacağım de)» (Kehf: 23–24).
Mesele anlaşılır. O günden sonra Hz. Peygamber daha titiz davranır. Mesela Peygamber Efendimiz bir mezarlığa uğradığında, ölüm her bir insan için muhakkak olduğu halde, yukarıda verdiğimiz ayeti kerimeden kaynaklanan ilâhi terbiye gereği, “İnşâallah biz de sizlere kavuşacağız” buyurmuştur.
Aslında o günlerde değişik vesilelerle yaşanan hemen her alandaki tüm benzer olaylar, kıyamete kadar tüm insanlığa örnek olacak birer enstantane bırakmak içindir.
“İnşâallah” kelimesi, “Allah’ü Teâlâ dilerse olur” manasına, bütün işleri Allah’ü Teâlânın dilemesine havale etmek için söylenen sözdür. Dolayısıyla, halk arasında kimi zaman dillendirilen, “Bu iş inşallahla maşallahla olmaz” ifadeleri yanlış sözlerdir. İşin hem gereği yapılacak, hem de Allah’tan bu konuda yardım istenecektir.
Diğer örnekler…
Kur’an-ı Kerimde; “Biz Süleymanı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Daha sonra o, yine (Rabbine) döndü” buyurulmaktadır. (Sad Süresi, 34)
Fahreddin-i Razi bunu izah ederken şunları söyler:
Süleyman Aleyhisselam, bir gecede, zevcelerinin hepsini dolaşacağını, onların her birinden birer erkek çocuk dünyaya geleceğini, Allah yolunda muharebe edeceklerini söyledi. Fakat inşâallah demeyi unuttu. Sakat bir çocuk dünyaya geldi. Bunu götürüp, babasının tahtına bırakıverdiler. Hz. Peygamber bir Hadis-i Şerifte bundan bahsederken, “Yemin ederim ki, Süleyman Aleyhisselam inşâallah deseydi, dediği gibi olurdu” buyurdu. (Sahihi Buhari)
İbrahim Aleyhisselam oğlu İsmail Aleyhisselamı kurban etmek istediğinde; “Babacığım, sana emredilen ne ise, onu yap! İnşâallah beni sabredicilerden bulursun” dediği Kur’an-ı Kerimde bildirilmektedir. (Saffat Süresi, 102)
Bu örnekleri her birimiz kendi yaşamlarımızdan da çoğaltabiliriz. Örneğin siyasetçisinizdir, Meclis’teki sayısal gücünüze güvenerek yapılması oldukça kolay bir işe kalkmanıza rağmen, rakamların denkleşmeyiverdiğini, işlerin birden nasıl ters gittiğini görüverirsiniz.
Meydanları dolduran kalabalıklar karşısında; “Bu sefer bu iş kesin oldu gibi, ama biz de çok çalıştık canım” derken, her işi evirip çevirenin aslında Allah olduğunu unutuverirsiniz. Hani atalarımızın o bilge kişilikleriyle, “güzelliğine güvenme bir sivilce yeter, malına güvenme bir kıvılcım yeter” dedikleri gibi. Bir anda her şeyin ters yüz olduğunu görüverirsiniz.
Gördünüz mü bak, kimi zaman düşünmeden ağız alışkanlığıyla dilimizin ucundan çıkıp gidiveren bir “İnşaallah” sözcüğünün nelere kadir olduğunu.
İnşaAllah ülkemizin işleri rast gider sözü ne iyi gider değil mi bunun üzerine.
Tasalanmak yok…