Aşk hikayeleri kısa ve uzun sayfamızda, geçmişten günümüze aşk ile ilgili en güzel aşk hikayelerini okuyabilir sizde başınızdan geçenleri yazabilirsiniz.
Aşk tarifsiz bir duygudur ve her aşk mutlu sonla bitmeyebilir. Bazıları için acı ve ömrünün sonuna kadar unutmayacağı dersler bırakır aşk. Elinde olmadan kendini kaptırdığın bu duygusal durumu, yaşayacağın mutlu ve eşsiz zamanları unutmak imkansızdır.
Bu sayfamızda yaşanmış gerçek aşk hikayelerini bulabilir kendinizde aşk hikayelerine eklemeler yapabilirsiniz. İnanın bana sizi derinden sarsacak bir çok hikaye mevcut.
Bu sayfada
Yaşanmış Aşk Hikayesi
Dünya kurulduğundan beri insanlar arasında birbirlerine karşı duydukları aşk her zaman olmuştur. Burada da yaşanmış ve bir o kadarda duygusal izler bırakan bir aşk hikayesini okuyacaksınız. Ben okuduğum zaman çok etkilenmiştim eminim sizi de etkileyecektir.
Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti yanmanın nedeni aksam yedikleri değil uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi. Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti aslında bunda geç bile kalmıştı. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsız uyanış bitmeli.
İçinde bir muhakeme başlamıştı, kendi kendine söyleniyordu:
Ona da haksızlık etmek istemiyorum belki hatalı olan benim. Bulunmaz Hint kumaşı değilim ya, görünüş olarak himm yakışıklı çocuk denilecek biri hiç değilim. Ama yaptım çok çalıştım bitmesin diye kendimle mantığımla çok kavga ettim olmadı….
Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Sür’atle giyinerek dışarı çıktı, bugüne kadar hiç bekletmemişti onu şimdide bekletmemeliydi. İstanbul soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor onlar bile ağlıyor halimize.
Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadıköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmişti buluşma yerine. Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü, simdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Karşılama faslından sonra Beşiktaş’a gitme kararı aldılar, yolculuk sırasında hiç konuşmadılar; genç adam günesin yokluğunda grileşen denize bakıyordu. Genç kız arkadaşının bu durgunluğuna anlam verememişti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrılık çanlarını çaldığını.
Üşüdüm dedi genç kız, bu yolculuk boyunca edilen tek laftı. Beşiktaş’a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kız anlamıştı kendisine bir şey söylenmek istendiğinin…Bana bir şey mi söylemek istiyorsun dedi, genç adamın gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçırarak evet seklinde başını salladı.
Genç kız daha da heyecanlanmıştı. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.
Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gideceğiz, daha doğrusu biz iyi bir ikiliyiz.
Bunları sorma gereğini neden duydun dedi genç kız.
Genç adam söze başladı: Bak canım bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civarıydı sanırım, hatırladın mı?
Genç kız evet hatırladım dedi, ama genç adam genç kızın sözünü bitirmesini beklemeden o aksam seni düşünüyordum diğer aksamlarda olduğu gibi senin için bir şiir yazmıştım onu o an sana okumak istemiştim, sana telefon açtığımda şiirimi bile dinlemeden simdi sırası mı canım ya senin de işin gücün yok mu demiştin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düşen bir boksör gibi olmuştum sessiz kalıp özür dileyerek telefonu kapatmıştım. Daha sonra bu şiiri benden hiç istememiştin. Ve bunun gibi bir çok defa tartışmamız oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meral’in bana sen şanslısın Nalan sana bakar sözüne karşılık sinirli bir edayla aaaa banane işim yok da sana bakacağım, annen baksın demiştin bunu da hatırladın mı?
Genç kız tekrar evet dedikten sonra şaşkın şaşkın evet ama bunları neden hatırlatıyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kişiliğim böyle, duygusallığı sevmiyorum. Ve hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez.
Genç adam güldü. Evet canım bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi taşıdığın müddetçe hasta bakıcı hemşire falan olamazsın.
Genç adam devam etti bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanları mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah aksam, gece yani seni andığım her saat tatlı sözcük mesajım vardi senin için biliyor musun? Seninle ben ak ile kara gibiyiz
Genç kız anlamıştı, yani ne istiyorsun benden sair olmamı mı?
Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdiğin ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu.
Hayır dedi sair olmanı istemiyorum zaten olamazsın da; yalnız biz ayrılmalıyız, ayrılırsak ikimiz içinde en hayırlısı bu olacak.
Genç kız şaşırmıştı. Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdiğini sanıyordum.
Genç adam iç çekerek hayır canım sen esas beni sevdiğini sanıyorsun, eğer beni sevseydin şimdi burda başka şeyler konuşuyor olurduk.
Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkardığı mendili uzattı, genç kız göz yaşlarını silerek kesik bir sesle sen bilirsin, umarım beni başka biri için bırakmıyorsundur.
Genç adam nasıl böyle bir şeyi düşünürsün, senden başka olmadı ve uzun sürede olacağını sanmıyorum. Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancı gibi duruyorlardı. İstanbul yağmurlarla yıkanırken yağmura iki sevgilinin umutları da karışıyordu.
Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kız kalkalım istersen dedi.
Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kız tamam o zaman sana mutluluklar dilerim diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu genç adam arkadaş olarak beraberiz ama sen istersen tabi dedi. Genç kız evet anlamında başını salladı ayrılırken son kez sarıldılar birbirlerine.
Genç kız uzaklaşırken genç adam masada dondu kaldı vakit öğleni bulurken yağan yağmur yerini güneşe bırakmıştı, ama genç adam titriyordu onu titreten açan güneşe rağmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrılık acısı miydi. Saatlerce dolaştı devamlı kendini sorguluyordu hatayı bastan yaptım diyordu, ama yaşadığı güzel günlerde olmuştu Allah’ım (c.c) dedi. Allah’ım (c.c) güç ver bana.
Dostlarını düşündü onların dediklerini düşündü. Arkadaşları sizler birbirine zıt insanlarsınız yol yakınken dönün bu yoldan dememiş miydiler. Tabi ya doğru olanı yapmıştı. Saatler geçtiğinde artık güneş yerini yıldızlara bırakmıştı, eve döndüğünde yürümekten bitap duruma düşmüştü. Kendisini karşılayan annesine hiçbir şey söylemeden kendi odasına gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anıların ağırlığı altında eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkıp ajansa gidecekti, bunun için uyuması gerekiyordu.
Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayı başarmıştı ve sabah 7’de saatin zırlamasıyla uyandı genç adam. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 tane cevapsız arama vardi. Genç adam yorgun olduğu için duymamıştı telefonunun sesini. Cevapsız arama ve mesaj canımcım’dan gelmişti canımcım onun Nalana taktığı isimdi, heyecanla mesajı açtı mesajda şunlar yazıyordu.
Sadece onları sevmeyi sevdim Hepsini onlarsız yaşadım da bir seni sensiz yaşayamıyorum. Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim ve seni severek öleceğim. ELVEDA BİR TANEM.
Evet, genç adam şaşırmıştı, mesajın geliş saatine baktı sabahın beşini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanıdığı ve arkadaş olduğu günden beri ilk defa bir şiir alıyordu ve ilk defa bu saatte aranıyordu.
Heyecanla hızlı arama yaptı, çalan telefonu yabancı bir ses açtı.
Genç adam Nalan ile görüşebilir miyim dedi. Fakat karşıdaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ben onun annesiyim yavrum, canim kızım bu sabah intihar etti. Gece odasında birilerini arayıp durdu, sabah odasının ışığını sönmemiş görünce merak ederek odasına girdim, ama yavrum kendini asmıştı.
Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katini çekiyordu şimdi. Olduğu yere yığılıp kaldı.
Birkaç ay sonra…
İki doktor konuşur. Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyor.
– Ha o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç bırakmıyor, kendisi yüzünden bir genç kız intihar etmiş, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdiği numarayı aradım hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmiş ve gelen mesajlarda bir şiir:
Sadece onları sevmeyi sevdim. Hepsini onlarsız yaşadım da bir seni sensiz yaşayamıyorum. Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm. Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim ve seni severek öleceğim. ELVEDA BİR TANEM.
Gerçek Aşk Hikayesi
Okul zamanlarında başlayan ve ölüme kadar süren acıklı ve bir o kadar da tek taraflı bir aşk hikayesini okuyacaksınız. Ben beğendim sizlerde beğeneceksiniz.
10. sınıf
İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için ‘benim en iyi arkadaşım’ diyordum… Ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum… Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum…
11. sınıf
Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabiki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore’un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi,
bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum…
Son sınıf
Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve “çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek” dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, “en iyi arkadaş” olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne
kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum… Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana “hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini” söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum
nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum…
Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı…
Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasini almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum… Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve “sen benim en iyi arkadaşımsın,
teşekkürler” deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum…
Aradan yıllar geçti…
Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum… evet artık evleniyordu, onun “evet, kabul ediyorum” demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum… Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve “nikahıma geldin teşekkürler” deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum…
Yıllar çok çabuk geçti…
Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı… Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi…
“Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim… Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum… Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi…”
Papatya İle Bahçıvanın Kavuşamayan Aşk Hikayesi
Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya.. Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana.. Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı, kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden.. Zambaklardan…
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüş ki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu.. Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş ayaklarını görüyormuş.. Buna da şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek..
Zaman akıp gidiyormuş.. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.. Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış.. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, ama bedeni kurtulmuş..
Uzun bir müddet sonra, bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya.. Ama işte bir sabah… Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş..
Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.. Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru.. Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış.. Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış..
Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlı mı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.. Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş ama onu aslında hep sevmiş..
Papatya anlamış artık.. Sevgi, emek istermiş… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini.. Teşekkür etmiş ona içinden.. Son yaprağı da kuruduğunda, biliyormuş artık..
Gerçek sevginin, söylemeden, yaşamadan ve asla kavuşmadan var olabileceğini.
Acıklı Bir Aşk Hikayesi
Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar..”anladım” der gibi bir gülümseyişti bu…
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Kolejinin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan “tabi” dedi.. “bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız..”
“Mutluluk işte bu olmalı” diye düşündü delikanlı.. “Mutluluk işte bu!..”
Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. “Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana’da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak..”
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana’ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana’ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara’nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız “keşke orada olsaydın” demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. “Bu sana” diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl’ın dört satırını okurken..
“Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar…
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!..”
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. “Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok..”
“O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!” dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent Yüksel’in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu’nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk “onurlu” olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. “Günlerdir seni arıyorum” dedi kız. “Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!..”
“Yaa” dedi delikanlı.. “Yaa” dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: “Yaaa!..”
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. “Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün..” dedi. “Bu da sonu onun…”
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..
“Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!..”
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Acı Ama Gerçek Bir Aşk Hikayesi
Adam genç eşini çok seviyor, bir o kadarda kıskanıyordu öyle ki iş yerinde yemek verildiği halde, her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor, eşiyle birlikte yemek yiyordu. Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu. Bilmediği bir şey vardı eşi kendisini kontrol ediyordu. Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler yemeklerini taa ki adam gelipte eşini evde bulamayana kadar.
Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok… Odaları gezdi bir bir… Yok yok. Yok… Telefona sarıldı hemen. Kapalıydı kadının telefonu. İrkildi birden.
“Korktuğum başıma geldi kesin aldatıyor beni” diye düşündü. Tanıdığı herkesi aradı ailesi, arkadaşları, aile dostları, komşuları hiç kimse görmemişti kadını saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu. Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışmış düşüncelerle dönüp duruyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı avukat arkadaşına giderek dava açtırdı. Kesin aldatmıştı kocasını ve dönmeye yüzü yoktu artık her şey bitmişti.
Eve dönünce eşine ait ne varsa attı resimleri yırttı, elbiselerini yaktı, takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye geriye sadece bir sevgililer günü kartı kalmıştı. “Hep seninim, hep senin kalacağım…” yazıyordu üzerinde. Adam nefretle bakarak duvara astı kartı uzun uzun baktı elinde tuttuğu içki kadehini sıktığının farkında bile değildi. Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.
Telefonun sesini duyduğunda ancak fark etti elinin acıdığını ve kan içinde kaldığını açtı telefonu.
Adam: Buyurun dedi.
Telefondaki ses: İyi günler beyefendi …….. beylerin evi mi?
Adam: Buyurun benim.
Telefondaki ses: Ben ……….. hastanesinden arıyorum. İki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize. Henüz bugün kendine gelebildi sizin isminizi öğrenebildik hemen gelebilir misiniz?
Adam yığıldı olduğu yere yanlış duymuş olabilir miydi. “Kesin sevgilisi dövdü” dedi içinden gitmekle gitmemek arasında bocaladı birden sonra “gidip yüzüne tükürmeliyim” diye düşündü. Fırlayıp çıktı sokağa attığı adımların sesini duyuyordu sadece koştu, koştu…
Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı. Danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi artık biliyordu ki anlatılan doğruydu eşi yaralıydı ama neden? Merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu. Kapıya geldiğinde doktorları gördü. Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi. Doktorlardan birisi başını öne eğdi “başınız sağ olsun eşinizi kurtaramadık” dedi. Adam aldatılmışlığın acısıyla mı yoksa sevdiği için mi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.
Aradan 10 gün geçmişti adam iyiden iyiye yıpranmış, çökmüş, sanki hayattan elini eteğini çekmişti. Devamlı duvarda asılı duran karta bakıyordu o arada kapı çaldı. Genç bir kurye, büyük bir paket bıraktı kapının önüne. Gülümseyerek “doğum gününüz kutlu olsun efendim eşiniz 10 gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi tembihledi. Çok şanslısınız beyefendi” dedi ve çıkıp gitti. Ne yapmalıydı bilmiyordu adam. Açtı kutuyu elleri titreyerek. Bir kazak vardı en üstte “Çok beğenmiştin bu kazağı ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan güle güle kullan aşkım” yazılı bir kağıt iliştirilmişti. Bir paket daha vardı kutuda açtı… Saatti bu. Yine bir yazı. “Eve geleceğin zamanlar, geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi. Umarım artık geç kalmazsın.” En altta da bir kart vardı. Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları “Son olacak belki, belkide hep yanında, hep birlikte kutlayacağız. Bizli nice yıllara aşkım.”
Genç kadın, eşi için seçtiği hediyeleri, doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya. Dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı. Yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti merak etmesin diye ama hızla gelen arabayı fark edememişti.
Ah Keşkem Ah Pişmanlığım Hikayesi
Vakit ilerledikçe kent ışıkları da sesleri gibi kaybolmaya başlamıştı. Şehir kaplumbağa gibi korkulardan kaçmak için sığınmıştı kabuğuna.. Hava çok soğuktu. Çatı katımdan görünen pencerelerin arkası buğulanmıştı. Camların kenarları buz tutmuştu. Ellerim çok üşüyordu elimde eldivenlerim vardı ve yazmaya çalışıyordum. Ayağımdaki kalın babadan kalma postallar bile ayaklarımın morarmasını engelleyemiyordu. Soğuğu düşünmemeye çalışarak daktiloya vuruyordum parmaklarımı. Daktilom yatağımın üzerindeydi ben yerde oturup yazıyordum. Yazmalıydım.
Zaman zaman tek odası ve bir küçük küvetli banyosu olan çatı katımın bir yerine gözüm takılır ve ne kadar zaman bilmem sanki orayı hiç görmemiş gibi bakar bakardım. Giysi dolabım -gerçi ona dolap bile denmezdi ya- kumaştandı. Çoğu zaman kapamazdım fermuarını da. Dağınıklığını saklayacak kıyafetim olmazdı ki hiç. Varım yoğum bu tek odalı kat, daktilom, yatağım ve biraz ıvır zıvırdı. Yazardım, parmaklarım acırdı daktilonun tuşlarına vururken. Tuşlar sertti ve ben vururken sanki acı çekermiş gibi kesik kesik inlerlerdi. Yanlış vuramazdım onlara. Her şeyimdi yazılarım beni kurtaracaktı onlar. Belki ilerde bir yazar olurum diye gündüz bir bulaşıkçı da çalışır, gece yazardım.
Ve bir kadın severdim üşürken. Her sabah aynı duraktan aynı otobüse binerdik. Hiç yüzüme bakmazdı. Her sabah aynı saatte aynı yerden binerdik otobüse ama hiç bakmazdı. Başı önde belki işi belki baka bir şeyi düşünür gibi gözükürdü. Hiç konuşamazdım. Ellerim ceplerimde bakardım sessizce başını kaldıracak mı diye.. O hiç bakmazdı. Bulaşıkçıya varır varmaz yıkamaya başlardım akşamdan kalmış bulaşıkları. Üşürdü ellerim. Yazdıkça umudum tükenirdi. Yazdıkça düşüncelerim benim içimden çıkmak için savaşır olurdu. Git derdi bir yanım. Gece ışıkları yanmayan şehre git.
Yemek servisine de başlamıştım. Sabah bulaşık yıkardım, öğlenleri genelde yemek ısmarlayan çok olurdu, kıramazdı onları ustam gönderirdi beni servise.
Acaba hiç tanınmazmıydım diye düşünürdüm Ozan Yıldız’a rastlamasaydım diye düşünüyorum bu sıralar. Keşke diyorum o ölmeden ona duyduğum saygıyı sevgiyi biraz daha anlatabilseydim, Beni bulaşıkçıyken tanıyıp bu yazarlık günlerime getiren o, yıllar öncesine kadar bana babalık eden adama..
Ve bir pişmanlığım, bir keşkem daha var. Duraktaki kızı keşke bir daha görebilseydim. O kendini öldürmeden önce keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim. Belki de aşklar ben üşürken gelirdi..
Ölümsüz Aşk Hikayesi
Genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. Henüz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. Babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. Ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu.
Sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. Ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. Aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. Hatırlıyordu da sevdiği ona bir keresinde:
– Ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. Sana sadece onu verebilirim, demişti.
Zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdi ki. Kendisini sevmesi yeterdi.O en çok Saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. Her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. Şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. Ne olurdu onu birkez daha görebilse, onu birkez daha koklayabilse.Bu düşünceler arasında uykuya daldı.
Babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. ” Müjde kızım,kalp bulundu ” dediğinde kızının bir peri güzellliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan…
Genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. İçinde acaip bir his vardı. Sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. Aklına yine sevdiği geldi. Kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. Kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.
Bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. Bu durum sürekli böyle devam etti.Doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:
– Bir aya kalmaz geçer, demişti.
Ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.
Bir gün bahçeye çıktı. Çiçekleri seviyordu. Kırmızı güllerin yanına gitti. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. En çok kırmızı gülleri severdi. Çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. Birden kapı çaldı. Kapıyı açtı kimse yoktu. Yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. Mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun kokusuydu. Koltuğuna zar zor oturabildi.
Zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı:
” Sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. Seni hep sevdim. Seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. Her günüm çile ve azapla geçti. Her gün sana şiirler yazdım, her gün şiirlerimi okudum ve her gün ağladım. Tam beş yıl boyunca her gün yazdım, okudum, ağladım. Bir gün önüme bir fırsat çıktı. Bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. Belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. Ama şimdi seni daha çok özlüyorum. Her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olur mu. Kırmızı güllerimize iyi bak. Ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. Ona iyi bak olur mu? Kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. Seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim. Hoşçakal.”
Aşk Emek İster Hikayesi
Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi.
Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkasına yetiyordu.
Bir akşam oturup ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar.
Erkek, “Aklıma bir fikir geldi” dedi. “Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.”
Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı.
Yarım Kalan Aşk Hikayesi
Onca yıldır birlikte okudukları halde, lisenin mezuniyet balosunda ilk defa konuştular. Öyle büyüleyici bir güzelliği vardı ki Eda’nın, Demir konuştuklarına konsantre olmakta güçlük çekiyordu. Okulda gördüğünde de her zaman başını döndürmüştü bu kız.
Alımlı, asil, gururlu bir duruşu vardı. Kumral teni, dümdüz saçları, yosun yeşili gözleri, düz ve hafif kalkık, ince bir burnu, pembe dolgun dudakları ona masum, çocuksu ve aynı zamanda müthiş dişi bir hava veriyordu. Boyu ortalamanın üzerindeydi ve incecikti. Yürüdüğü zaman bir kuğu edası ile süzülüyordu sanki. Küçük yaşlardan itibaren bale yapmış olmasının etkisi hareketlerine ve duruşuna yansıyordu olduğu gibi.
Demir de okulun en popüler erkeği olarak, bronz tenli, simsiyah saçlı, koyu mavi gözleri, sert hatları olan, geniş omuzları ve uzun boyu ile güçlü, yapılı bir gençti. Eda’nın da dikkatini çekmişti ama egoları onca yıl aralarında bir diyaloğun geçmesine engel olmuştu. İkisi de ilk adımı atma konusunda diğerinden medet umuyordu.
Baloda yenilen Demir oldu çünkü o gece Eda bir başkaydı. Artık bu oyunu daha fazla devam ettiremeyeceğini hissetti genç adam. Balodan sonra onu bir daha göremeyecek olma riskini göze alamazdı. Duymuştu, Eda üniversiteyi İsviçre’de okuyacaktı.
O gece balonun yapıldığı büyük otelin bahçesinde sabaha kadar konuştular. Meğer paylaşacak öyle çok konuları, o kadar ortak noktaları varmış ki.Ruh ikizleri tabirine birebir uyuyorlardı her halleriyle. Öyle yoğun hisler sarmıştı ki ikisini de birbirlerinin gözleri önünde ama hiçbir iletişim olmadan geçen onca yıla üzülmediler bile. Geleceği birlikte geçireceklerinden emin olarak birbirlerine sarıldılar. Öylece kalakaldılar saatlerce. Ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, evlerine gidip ailelerine müjdeyi vermek üzere ayrıldılar.
Eda evinin önünde arabadan indiği sırada, yokuş aşağı hızla gelen bir kamyonetin çarpması ile olduğu yerde hayatını kaybederken Demir onu sabaha kadar beklemiş olan annesine daha kapıdan girer girmez hayatının kadını ile karşılaştığını ve hemen o akşam annesi ile tanıştırmak için getireceğini anlatıyordu.
Hayat işte, bazen bir takım şeyleri zamanında yapmak gerekiyor ve eldekiler bir kuş misali uçabiliyor. Hayat sevince ve sevilince güzeldir sevgili dostlar, sevdiğiniz kişilere vakit kaybetmeden sevginizi açın, aşkınızı anlatın. Aşk en güzel, en masum duygudur.
Aşkın Dili Hikayesi
Hep “aşkın dili olsa da konuşsa” deriz. İşte bir gün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki:
– “Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç fark etmediniz. Benim için ağladınız zaman bile size hep yalan belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar yaptınız. Size bir hikaye anlatayım.
Bir gün küçük bir kedi kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp duruyormuş ve büyük kedi dayanamayıp ne yapmaya çalışıyorsun diye sormuş. Yavru kedi de bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum diye cevap vermiş.
Büyük kedi gülmüş ve “ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama birgün durdum ve düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu.”
İşte şimdi anladınız mı? Aşk bir kedinin kuyruğudur ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez, o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir.