Meltem Miroğlu Kimdir Biyografisi Hayatı
Meltem Miroğlu Hayatı Meltem Miroğlu Kimdir Biyografisi
Diyarbakır’da doğan, İstanbul’da büyüyen 24 yaşındaki Meltem Miroğlu: “Anneme ‘Oyuncu olacağım!’ dediğimde çok mutlu oldu. Babam ilk başlarda karşı çıkıyordu. Her babanın kızı için duyduğu endişeleri duyuyordu sanırım. Doğulu bir kız olarak İstanbul’da büyüdüğüm için hikayedeki Hayat ve onun gibilerin kaderinden belki korunmuş, kurtulmuşum. Hayat’ın yaşadıkları bana çok uzak değil. Annem de 15 yaşında görücü usulüyle evlenmiş. Ben babamın fotokopisiyim. İnanılmaz benziyorum. Babamın bana oyunculuktaki en büyük desteği bu işte, gözlerim”
– Nerede doğdunuz, büyüdünüz?
– Diyarbakır’da doğdum, iki yaşımdan beri İstanbul’dayım. Dedemler Suriye’den Mardin’e göç etmişler. Annem ve babam Mardinli. İki erkek, bir kız kardeşim var. Doğulu bir evin, batıya açılan penceresinden bakarak büyüdüm, diyebiliriz.
– Nasıl bir aileydi, sizinki?
– Her aile gibi sıkıntıları, sevinçleri, acıları, umutları olan bir aileydik biz de. Aynı sofranın etrafında yemek yemeye önem veren, geleneklerine değer veren, ama başta ben olmak üzere çocuklarının hayallerine ulaşması için kendi gücünde, maddi manevi destek vermeye çalışan, sevinçlerine birlikte sevinen, acılarında birbirine sarılarak teselli bulan sıradan, küçük, güzel bir aile.
– Anne ve babanız nasıl evlenmişler? Ne iş yaparlar?
– Annem ve babam akrabalar. Görücü usulüyle evlenmişler. Evlendiklerinde annem 15, babam 16 yaşındaymış. Annem ev hanımı, babam amcamlarla birlikte ticaretle uğraşıyor.
ANNEMLE HEYECANDAN ÖLECEKTİK
– Annenizle, görücü usulü evlenmenin onun üstünde yarattığı sonuçları konuştunuz mu hiç?
– Tabii ki. Büyük bir şehirde büyüyorsunuz. Büyüdükçe öğreniyor, gelişiyor ve kendi kökenlerinizle ilgili sorguluyorsunuz. Annem görücü usulü evlenmenin sadece sosyal yönden eksikliklerini hissetmiş. Ortaokulu bitirmiş, devam edememiş. Ama eşine, çocuklarına sarılmış. Temiz, iyi yürekli ve ufku çok geniş, çocuklarına düşkün bir kadın dır benim annem. Hayallerimiz, umutlarımız konusunda her zaman şaşırtıcı derecede modern bir şekilde arkamızda olup destek vermiştir. Bazen düşünüyorum da eğer olanak bulup iyi bir eğitim alsaydı, bugün sosyal açıdan da çok iyi yerlere gelirmiş. Annemin hayallerini sanırım ben gerçekleştiriyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor. Annem de oyuncu olmak istermiş, biliyor musunuz?
– Aaa gerçekten mi?
– Evet! Ama o zamanlar, içinde bulunduğu imkanlar ve şartlar nedeniyle bu pek mümkün olmamış tabii ki. Belki de onun, zaman zaman gözleri dalarak paylaştığı bu hayali, farkında olmadan benim yolumu çizdi. Bu mesleğe olan sevgimi gördüğünde ve ‘Ben oyuncu olacağım!’ dediğimde, çok mutlu oldu.
– Babanız aynı desteği verdi mi?
– Babam ilk başlarda karşı çıkıyordu. Her babanın kızı için duyduğu endişeleri duyuyordu sanırım. Ben çok küçük yaşta bu rüyayı görmeye başlamıştım. ‘Oyuncu olacağım, tiyatro yapacağım,’ dedikçe o da, heves edip hayal kırıklığına uğrayacağımdan korkuyordu haklı olarak. Ama şimdi onun da benimle gururlandığını bilmek beni inanılmaz mutlu ediyor. Babamı hayatım boyunca utandıracak hiçbir şey yapmadım. Diziyi izledi, beni alnımdan öptü. Babaları tarafından cahilliğe kurban edilen kız çocuklarının çilesini anlatıp, belki vicdanları sızlar, diye canlandırdığım karakterle de gurur duyuyor.
– Ailenin bakımını üstlenmişsiniz, doğru mu bu?
– Hayır. Bizim ailemize babam bakıyor. Ben sadece elimden geldiğince; ailesini seven her evlat gibi onlara destek olmaya çalışıyorum. Oyunculuk hayaliyle yola çıktığımda kendi kendime verdiğim bir söz vardı. Eğer başarabilirsem ailesine, kendine, mesleğine karşı sorumluluğu öncelikli bir birey olacaktım. Aldığım bir karardı bu. Beni ayakta tutan, mutlu eden en önemli şey de kendime sözünü verdiğim o sorumlulukların bilincinde olmak.
– Bu güzel gözler size kimden miras?
– Ben babamın fotokopisiyim. İnanılmaz benziyorum. Babamın bana oyunculuktaki en büyük desteği bu işte; gözlerim.
– Mahsun Kırmızıgül ailenizden birileriyle tanıştı mı?
– Evet, görüşmeler sesnasında annem ve kardeşimle tanıştı. Ben ve annem heyecandan ölecektik o gün.
– Sizin de hayat hikayenizde bir kabuğunu kırma durumu var galiba?
– Bugün bu röportajı benimle yapıyorsanız, doğru bir tespit bu! O kabuğu kırıp, cesaretle hayata sarılmadığınızda zaten kaybolup gidersiniz. Ve hiç kimseyi de bundan sorumlu tutamazsınız.
HAYAT’IN YAŞADIĞI KADERDEN KURTULDUM
– Siz nerede okudunuz, neler yaptınız bugüne kadar?
– Kadıköy Ticaret Lisesi mezunuyum. Oyunculuğa çocuk tiyatrolarında alaylı olarak başladım. O sırada herkes Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni öneriyordu. Ben de bir yıl oradan tiyatro eğitimi aldım. Hiçbir zaman bitmeyecek bir açlıkla, oyunculukla ilgili her şeyi öğrenmek için kendi imkanlarımla çabaladım.
– Hayat Devam Ediyor dizisi için sizi nasıl buldular?
– Mahsun Bey’in çok güvendiği, yetenekli ve çalışkan bir ekibi var. Aylardır bu proje için gece gündüz çalışıyorlarmış. Gerçekten binlerce oyuncuyla görüşmüşler. Mahsun Bey çoğuyla bizzat görüşmüş. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, ekibiyle birlikte yüzlerce audition CD’sini tek tek tarayıp incelerken beni gören Mahsun Bey, ‘Bu kızı bulun,’ demiş.
– Sizi buldular, ilk karşılaşmada neler yaşandı?
– Valla heyecandan ben pek bir şey konuşamadım. Mahsun Bey bana konuşmadan gülümseyerek, uzun uzun baktı şöyle. Ben sağıma soluma, masadaki diğer insanlara bakıp, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kimse uzun süre konuşmadı. Masadaki herkes Mahsun Bey’e bakıyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. Sadece Mahsun Bey’in sanki ailemden biri hissi uyandıran sıcak bakışları ve aydınlık gülümsemesi bana güç veriyordu. Sonra hikayeyi anlattı, her anını yaşayarak, gözleri dolarak. Ben ‘Hikayede acaba hangi rol için beni düşünüyorlar?’ diye merak içindeydim. Hayat rolü için beni seçeceği aklıma bile gelmiyordu. İnanın kaderimin değişeceğini hiç düşünmemiştim! Hikayeyi bitirdikten sonra, gülümseyerek bana ‘Sen Hayat’sın!’ dediğini hatırlıyorum. Bayılacağımı sandım. Gözlerim doldu.
– Role uygun görüldünüz ve elinize senaryo geldi, neler düşündünüz okuyunca?
– O senaryo tabir yanlış olmazsa, benim için kutsal bir kitaptan farksızdı o an. Kaç kez ‘Allah’ım sana şükürler olsun,’ dediğimi hatırlamıyorum. Diyarbakır doğumlu, Doğulu bir ailenin kızı olduğum için görünürde işim kolaydı. Ama dediğim gibi iki yaşından beri İstanbul’da büyümüş, bu nedenle aksanı bile İstanbul aksanına dönüşmüş biri olarak, oldukça zorlanacağımı düşündüm. Okudukça, sanki kendi köklerime doğru bir yolculuğa çıktım. Bunca yıllık anneme, babama bile bakış açım güçlendi sanki. Her zaman var olduğunu bildiğim ve gurur duyduğum kökenimi gerçekten anlamaya, yeniden keşfetmeye başladım. Anadilimi bile annemle çalıştım, düşünün. Çünkü dizide, doğuda herhangi bir yere ait bir aksan kullanılmıyor. Mahsun Bey’in, dizi için özel olarak oluşturduğu bir dil konuşuluyor.
– O yolculukta neyi fark ettiniz?
– Ben, doğulu bir kız olarak İstanbul’da büyüdüğüm için hikayedeki Hayat ve onun gibilerin kaderinden belki korunmuş, kurtulmuştum! Bu nedenle gazetelerde, televizyonlarda sadece doğuda değil, ülkemizin her yerinde küçük yaşta evlendirilen kızların dramlarını gördüğümde kendimce şanslı olduğumu düşünüp seviniyor, onlar içinse çok üzülüyordum. Maalesef bizim her olayı ve durumu bir yerlere yaftalamak, mal etmek alışkanlığımız var. Oysa ben Hayat’ın dramının doğuda ya da batıda var olan bir durum olarak değil; genel bir yara olduğunu fark ettim.
– Sizinle birlikte en çok kim sevindi?
– Ailem. Çok sevindiler. Çünkü benim oyunculuk derdimin sancılarını en yakından onlar hissetti ve mücadeleme hep destek oldular. Bu projeye kabul edildim ama bana güvenen insanları da mahcup etmemek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Daha hiçbir şey bilmiyorum, kendime oyuncu bile demiyorum. Beş sene tiyatro geçmişi olan, inançlı bir oyuncu adayıyım. Öğrenmem gereken çok fazla şey var. Bunu Hayat Devam Ediyor’un setinde Fikret Kuşkan, Rana Cabbar, Eşref Kolçak, Menderes Samancılar, Rozet Hubeş, Arif Erkin, Suna Selen, Şenay Gürler gibi büyük oyuncuları izledikçe çok daha iyi anlıyorum. Ve onlarla aynı ortamı solumaktan bile inanılmaz şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Bana inanan, dün, bugün ve gelecekte emek veren hiç kimseyi asla mahcup etmek istemiyorum.
– Şan, şöhret, para sizi değiştirecek mi?
– Şan, şöhret, para sizi bulabilir ama bir süre sonra bunları hazmedemezseniz, sizi yalnızlaştırıp, mutsuzlaştırabilir. Bu mesleği hakkıyla kimseyi utandırmadan yapmak için çok dua ettim. Bu uğurda da çok mücadele verdim. Ben ileride bir aile kurmak istiyorum. ‘Çok güzel bir ailem olsun,’ diye dua ederim. Bu yüzden geçmişimde beni ve kuracağım aileyi utandıracak bir şey olsun istemiyorum. Yaptığım şeylerin arkasında dimdik ve gururla durabilmeliyim. Benim hiçbir zaman, ‘Orada görüneyim, burada oynayayım,’ gibi büyük hırslarım olmadı. ‘Aaa kaşın ne güzel, kirpiklerin ne güzel, yüzün ne güzel,’ gibi lafların benim için önemi olmadı. Benim için güzellik, sadece mesleğim için kullanabileceğim bir araç.
– Çekiniyor musunuz Mahsun Bey’den?
– Çekinmemi gerektirecek yapıda bir insan değil ki! İnanılmaz saygın biri. Mahsun Bey’le çalışmayı anlatamam; yaşamanız gerekir. Ben de oraya gelene kadar bilmiyordum. Ekrandan gördüğüm kadarıyla tanıyordum.
GERDEK SAHNESİNDE GERÇEKTEN AĞLADIM
– Çok konuşulan gerdek gecesi sahnesinin çekim hikayesini dinlemek isterim sizden…
– Tüm ekip için oldukça zor ve önemli bir sahneydi. Duygu anlamında çok ağırdı. O çekimi yaparken bile yaşıyorsunuz bazı şeyleri. O anı düşünmek zorundasınız en azından. Beni de çok etkiledi tabii. O anda kendiniz olmaktan sıyrılıp, 15 yaşında bir kızın, 70 yaşında bir adamla birlikte olması, onun dokunuşu, o dokunuşun hissettirdikleri gibi içsel konsantrasyonlar sağladığınızda, bunlar gerçekten acı geliyor. Ben de etkilendim, kolay değildi. Benim annem de 15 yaşında evlendi, 16’sında ilk çocuğunu doğurdu. Çok uzak değilim yani o tarz hikayelere. Bazı yorumlar yapılmış o sahneden sonra, ‘Bu kadar da olmaz,’ diye. İnanın tüm bunlar yaşanıyor; ben orada doğmuş, o tarz bir aileden yetişmiş biri olarak biliyorum. Zaten, buna acımadan sebep olanların utanması, hatta kendilerinden nefret etmesi için ‘Bu kadar da olmaz,’ kıvamında yazılıp, çekildi o sahneler. Ama yorumlara bakınca, ‘Tiksindik,’ deyip yine kafa çeviriyoruz. Önyargılarımız bir gün bizim de boğazımıza yapışacak ve sıkacak.
– Annenizle hislerini paylaştınız mı? Rolünüze çalışırken ondan destek aldınız mı?
– Annem 70 yaşında biriyle evlenmedi belki, ama 15 yaşında, bir çocukken evlendi. Annem bana ‘Meltem, biliyorum özenle çalışıyorsun ama o acımızı hisset ve hissettir,’ dedi. O sahnede rol icabı değil, gerçekten ağlıyordum, yaşadım ben o acıyı.
– Anneniz izledi mi?
– Annem çok duygulandı, evde herkes ağlamış. Biz oynadık, ama ekip olarak hepimiz ağladık. Senaryoyu elinize alıp baktığınız ya da izlediğiniz zaman, bunun biz kadınlar adına çok önemli bir adım olduğunu hissetmemek mümkün değil. Kadın hakları var o senaryoda. Bu tarz kafa yapılarının değişmesi açısından bu senaryolar yazılıyor, diziler, filmler çekiliyor. Benim senaryoda en çok ilgimi çeken şey, doğulu bir aile reisinin iki eşinin olması. Kumalık… Bunun mecburiyetinin, bu eşlerden birinin doğulu birinin batılı olarak verilmesi. Aynı evde birbirine mecbur, kendi aralarında birbirini yiyen, ama dışarıdan en küçük bir tehlikede birbirine sarılan iki uçtan, iki kadın ve onların çocukları. Ancak bir tek kişi bile bunu görüp, yorumlarında yer vermedi, ne yazık ki?
– Kaç tekrarda çekilebildi o sahne?
– O bir tek sahne değil. Kaç tekrar ya da kaç sahne, kaç plan bilemiyorum, şimdi ama şöyle söyleyeyim, çok önemsenen ve hassas yaklaşılan bir sahne olduğu için inanılmaz zaman harcandı. Şöyle ki sabah o odaya girdik, gece geç saatte çıktık. Bir de onun öncesindeki hazırlık çalışması vardı.
PSİKOLOJİ OKUMAK İSTERDİM
– Kendinizi İstanbullu gibi mi, Diyarbakırlı gibi mi hissediyorsunuz?
– Türkiyeli gibi hissediyorum. Ben insanların doğdukları yerle, etnik kimlikleriyle, dinleri, inançları ve dilleriyle tanımlanmasından hoşlanmıyorum. Bir Egeli, evinde Egeli, dışarıda nasıl İstanbulluysa; ben de evimde bir Doğulu, dışarıda da İstanbulluyum. Çünkü kendimi oraya da, buraya da ait hissediyorum.
– Aileniz Diyarbakır’dan İstanbul’a neden gelmiş?
– Dizideki Hayat’ın ailesiyle aynı sebeplerden dolayı. İş imkanı yok, geçinilemiyor. Şansı İstanbul’da arıyorlar. Yoksulluğun yarattığı travmalar, yüzeysel bir şekilde geçemeyeceğiniz, önemli konular.
– Evde kaç dil konuşuluyor?
– Bizim evde Arapça ve Kürtçe biliniyor. Ama konuşulan dil genelde Türkçe oluyor.
– Dışlanmışlık hissettiniz mi hiç hayatınızda?
– O dışlanmışlıkları mutlaka yaşıyorsunuz. Hem de çok fazla ve acımasızca… Çünkü toplumu oluşturan farklı tabakalardan insan topluluklarının öylesine sert ve acımasız önyargıları var ki.
– Oyuncu olmasaydınız ne olurdunuz?
– Psikoloji okumayı isterdim. Oyunculuğa en yakın iş, psikoloji gibi geliyor bana.
– Ama kendinizi geliştirmek için uğraşacaksınız galiba…
– Arapça ve Kürtçeyi iyice öğrenip, geliştirmem lazım. İngilizce öğreneceğim. Bir enstrüman çalmayı çok istiyorum mesela.
KIZ KARDEŞİMLE AYNI ODADA KALIYORUM
– Ayrı eve çıkmayı düşünür müsünüz?
– Bana biraz uzak fikirler bunlar. Aile değerlerine çok önem veriyorum, ailemin her zaman birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar benimle sancılanan, uykusuz kalan, heyecanlanan, üzülen, sevinen insanlar onlarken, ilk fırsatta hemen kendime yeni bir dünya kurmayı doğru bulmuyorum.
– Evde kiminle aynı odada kalıyorsunuz?
– Kız kardeşimle. Ama çoğu zaman annem de bizimle birlikte uyuyor.
– Diziden para kazanmaya başladınız. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Ailem, kardeşlerim ve kendi eğitimlerimiz, gereksinimlerimiz için harcıyoruz. ‘Şöyle bir evim olsa, şöyle bir bahçesi olsa,’ diye kurduğum hayaller var. Ama daha acil ve önemli önceliklerimiz var. Onları gidermeye çalışıyoruz.
– Komşularınız ne dedi gelen şöhrete?
– Kadıköy’de otorduğumuz mahallemizin ağabeyleri var, onlar ‘Bizim mahalleden biri hayatını kurtardı,’ demişler (gülüyor).
– Öyle mi düşünüyorsunuz? Hayatınız kurtuldu mu?
– Ben hayatım kurtuldu, diye bakmıyorum; hayatıma kavuştum diye bakıyorum. Çünkü hayatımla eşdeğerde gördüğüm ve istediğim oyunculuğu yapmaya başladım.
– İlk maaşınızla hediyeler aldınız mı?
– Maalesef hediye alamadım. Çünkü ailemin hediyeden çok daha önemli birtakım ihtiyaçları vardı. Onları hallettikten sonra, inşallah biriktirmeye başlayacağım. Hediyelerin en güzelini alacağım günler de gelir.
KİMSE İSTANBUL’DA YAŞADIĞIMA İNANMIYOR
– Hayat, nasıl bir karakter sizce?
– Hayat, çok temiz, çok iyi niyetli. 15 yaşında daha ve çok duru, art niyetsiz. Duygu olarak çok yoğun biri. Hayatı bu olayları yaşadıktan sonra öğrenecek. Gerçek hayatı darbeleri aldıktan sonra anlayacak.
– Senaryonun gidişatına dair ipuçları verebilir misiniz?
– Şimdi ailemiz şehre geldi. Herkes, şehre gelince hikayenin gerileyeceği konusunda fal açıyor, önyargılı yorumlarda bulunuyor. Ancak bu senaryoyu yazan ekibin de hayatlarının yarısını doğuda, yarısını batıda geçiren kişilerden oluştuğunu bilmiyorlar. Çok iyi sahneler geliyor. İlerledikçe daha da heyecanlı oluyor. Büyük umutlarla büyük şehirlere gelen herkes gibi onlar da geldiler ama şehir onları düşündükleri gibi karşılamayacak sanırım.
– Sizi sokakta tanıyorlar mı?
– Tanıyorlar. Bir gün otobüste oturuyorum, kadının teki geldi yanağımı sıktı, ‘Seni çok seviyoruz, kızım çok üzülüyorsun sen,’ dedi. Bana üzülüyorlar, acıyorlar. Bir de benim İstanbul’da yaşadığıma inanmıyorlar. Mahsun Kırmızıgül’ün beni Diyarbakır’da keşfettiğini düşünüyorlar.
– Kaşlarınızı rol dışında da almıyor musunuz?
– Ben doğduğum günden beri kaşlarımı almadım, saçlarımı boyatmadım