Osman Hamdi Bey Kimdir Biyografisi Hayatı

Osman Hamdi Bey hayatı Osman Hamdi Bey Biyografisi Osman Hamdi Bey Kimdir

(30 Aralık 1842- 24 Şubat 1910)

Sadrazam İbrahim Edhem Paşa’nın oğludur. Hukuk öğrenimi amacıyla Paris’e gönderilir. Hukuk yerine resim ve arkeoloji eğitimini tercih eden Osman Hamdi, 1869′da yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev alır. 1881′de Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanır, eski eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan “1883 Asar-ı Atika Nizamnamesi”ni hazırlar. Yaptığı kazılarla ilk Türk Arkeoloğu unvanını alır. Ülkede ilk bilimsel Türk kazıları ve çağdaş müzecilik anlayışı onunla başlar. Bu çalışmalarından ötürü Türk Müzeciliğinin modern anlamda gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesinin temeli sayılan “Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi”ni 1883 de kurması ile sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa ulaşır.

Hayatı
30 Aralık 1842 de İstanbul’da doğar. Osman Hamdi Bey, 1856′da Mekteb-i Maarif-i Adliye’de öğrenime başlar ve birkaç yıl sonra hukuk öğrenimi amacıyla Paris’e gönderilir. Osman Hamdi burada bir süre hukuk öğrenimine devam ettikten sonra güzel sanatlara sevgisinin ağır basmasıyla hukuk ve resmi bir arada yürütmeye karar verir. Ancak sonunda resmi tercih etmiştir(1) . Genç yaşta gönderildiği Paris’te 12 yıl kalır. Bu sırada açılan Paris Sergisi’nde görev alır(1867)(2) . Paris’te tanıştığı Marie adlı bir bayanla evlenen Osman Hamdi, İstanbul’a 1869 yılında döndüğü zaman, Mithat Paşa’nın “Umur-u Ecnebiye Müdürü” (Yabancı İşleri Müdürlüğü) olarak Bağdat’a gider. Hamdi Bey, Bağdat’ta iken, bölgenin tarihi ve arkeolojisiyle ilgilenir. İlk arkeolojik çalışmalarını Bağdat’ta yapar, bazı arkeolojik eserleri İstanbul’a göndertir. İstanbul’a dönüşte, 1871′de ecnebi büyükelçilerin protokol işleriyle uğraşmak görevine atanır. Bu sırada düzenlenen 1873 Viyana Sergisi’ne birinci komiser olarak katılır. Viyana’da bulunduğu sırada yine bir Fransız ve adı da Marie olan ikinci eşiyle tanışır. O zaman on yedi yaşında olan ve sonradan Naile olarak adı değişen bu hanımla İstanbul’a döndüğünde birinci eşinden ayrılır. İlk eşinden Fatma ve Hayriye isimli iki kızı olmuştur. Naile hanımdan da Melek, Leyla, Edhem ve Nazlı adlı çocukları olur.

Osman Hamdi Bey iyi dil bilmesinden dolayı 1875′de Hariciye Nazırı Arifi paşanın yanına Hariciye Umur-u Ecnebiye Katibi (Dışişleri bakanlığı Protokol Müdür Yardımcısı) olarak atanır. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra 1876′da bu görevinden alınarak Matbuat-ı Ecnebiye’ye (Yabancı Basın Yayın Müdürlüğü) atanır. 1877′de Beyoğlu Altıncı daire Belediye Müdürü olur ve Osmanlı Rus Harbinin sonunda (1878) devlet memurluğundan ayrılır. Artık resim yapmak için bol vaktinin olacağını düşünmekte olan Osman Hamdi’nin en verimli döneminde bir kenara çekilmesi, uzun sürmez. Müze-i Hümayun’un Müdürü Dethier’in 1881 yılındaki ölümünden sonra, o sıralar Viyana Sefiri olan Babası Edhem Paşa’nın ve yakın çevresinin gayretleriyle Müze-i Hümayun’un Müdürlüğüne atanır.

Aslında Müzenin başına yine bir yabancı, Alman Dr.Millhofer getirilmek istenmiş(3); son anda bu fikirden vazgeçilmiştir. Osman Hamdi bey’in Müze-i Hümayun’un başına getirilmesindeki en önemli etkenlerden birisi onun eski eserlerin değer ve korunması hususlarına değindiği dönemin ilk özel gazeteleri olan Ceride-i Havadis ve Ruzaname-i Ceride-i Havadis gazetelerinde 17 ve 24 Ocak 1865 tarihlerinde yazdığı yazılardır. Osman Hamdi Bey Müze Müdürlüğüne getirilmeden on altı buçuk yıl önce eski eserlerimizin yabancılar tarafından götürüldüğüne dair yazılar yazarak dikkatleri üstüne çekmeye başlamıştır(4). Gençliğinde Fransa’ya hukuk tahsili yapmak üzere gönderilen ve orada batılı anlamda güzel sanatlar ve eski eserlerle verilen önemi çok iyi gözlemleyen Osman Hamdi Bey Müze Müdürlüğüne getirilmesiyle,Türk arkeoloji, müze ve sanat dünyası büyük ve verimli gelişmelere tanık olacaktır.

Osman Hamdi Bey’den önce İlk Türk Müzesinin çekirdeği batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de saray bünyesinde gerçekleşmiştir. Topkapı Sarayında birikmiş çeşitli hediyeler, ganimet ve silahların Harbiye Nazırı Fethi Ahmet Paşa tarafından 1846 yılında Aya İrini’de sergilenmesiyle ilk müzemiz kurulmuştur(5). Müze-i Hümayun adını alan müzenin teşkilatlanmasına Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın gayretleriyle çalışılmıştır(6). Giderek gelişmeye başlayan Müzeciliğimizde önceleri üst düzeyde yabancı uyruklu kişiler görevlendirilmişlerdir. Galatasaray Lisesi öğretmeni Mr. E. Goold ve tarihçi, arkeolog, epigraf ve ressam olan Alman Dr. Philip Anton Dethier (1872 -l881) Müze-i Hümayun Müdürlükleri yapmışlardır. Dr. Dethier müzeye eserler kazandırmış, 1874 ‘de eski eserleri koruyucu mahiyette bir de nizamname çıkartmıştır. Ancak, ne yazık ki “1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi” eski eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklayan bir hüküm getirmemektedir. 1840 yılından itibaren yabancılara kazı izni verilmesiyle başlayan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde kalan maddi ve manevi değerleri üstün müzelik eserleri türlü araçlarla, hatta gemilerle Avrupa Müzelerine götürmeye başlamışlardır. Diğer bir deyimle eski eser yağmacılığı resmen devlet eliyle başlatılmış ve uzun sürede buna dur denilmemiştir .

1881 yılında Müzenin başına getirilen Osman Hamdi Bey, müzeciliğimizi ilk kez modern anlamda ele almaya başlar. İlk işlerinden birisi başından beri karşı olduğu, yabancıların yaptığı kazılarda ortaya çıkan eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklamayı planladığı tüzük hazırlığıdır. Paris’te yarım bıraktığı Hukuk eğitiminin yararları burada görülür. Yürürlükte bulunan “1874 Asar-ı Atika Nizamnamesini” 1883 yılında yeni baştan düzenleyerek eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan maddeler koydurur. Böylece batılı ülkelere Osmanlı topraklarından eser akışını kesin olarak engeller.

Ülkede yapılan arkeolojik çalışmaları tek elden kontrol eden disiplinleri oluşturur. Daha önce yabancılar tarafından başlanmış ve yarım bırakılmış kazıları ele alır ve bunları geliştirir. İlk Türk bilimsel kazılarını başlatır. Kendisi Nemrut Dağı, Lagina Hekate ve Sayda (Sidon)’da kazılara başlarken yakın çevresini de başka kazılarda görevlendirir. Oğlu Mimar Edhem bey bunlardan biridir. Edhem Bey’in Aydın’da Tralles’de yaptığı kazılarda bulunan mermer heykeller, Artemis’e atfedilmiş tapınağın frizleri ve daha birçok eser ortaya çıkartılır. Eserler İstanbul’daki Müze-i Hümayun’a getirilir. Yine Aydın çevresindeki Alabanda ve Sidamara antik kentlerinde yapılan kazıların başında kardeşi Halil Ethem Bey vardır. Müze Memurlarından Makridi Bey, Rakka, Boğazköy ve Alacahöyük, Akalan, Langaza, Rodos, Taşoz ve Notion kazılarını yürütür. Sayda (Sidon) kazılarında pek çok lahit bulur, bunlardan bir tanesi daha sonra dünyaca ünlenen İskender’in lâhdidir. Muğla Milas ilçesi içinde Lagina’da Hekate tapınağına ait, kabartmalı firizler (1891-92), İstanbul’a getirilir. Böylece Müze-i Hümayun Avrupa’daki büyük Müzeler gibi, son derece görkemli arkeolojik eserlerle dolu bir “İmparatorluk Müzesi” haline gelir.

Osman Hamdi Bey’in Müze Müdürü olur olmaz ilk yaptığı çalışmaların başında, artan eserlere sağlıklı bir binanın sağlanmasıdır. Aya İrini’den sonra Çinili Köşke taşınan arkeolojik eserlerin büyük bölümü üst üste depolanmaktadır. Ayrıca, Müzeciliğin yalnızca eser depolamak olmadığının bilincinde olan birisi olarak bunların kaydedilmesi, onarılması ve sergilenmesi çalışmalarına hızla başlamıştır. Osman Hamdi Bey eserlerin nem ve rutubetten uzak ve sağlıklı korunup sergilenebileceği gerçek anlamda bir İmparatorluk Müze binası yapılması için dönemin yöneticilerini ikna eder. Aldığı destekle bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesinin ilk kısmını 1899′da, ikinci kısmını 1903′de ve üçüncü kısmını 1907 yılında bitirterek ziyarete açar. Modern bir müze için gerekli kütüphane, fotoğrafhane ve modelhaneyi tamamlatır.

Osman Hamdi döneminde başka müzeler de faaliyete girmeye başlar. Arkeoloji ağırlıklı olan Müze-i Hümayun’un içinde yeterli yer olmadığı için, ilk müze binası olan Aya İrini’de silahlar ve askeri teçhizat kalmış ve burası günümüzdeki Askeri Müzenin temeli olan (Cebehane olarak tanınan) Esliha-i Askeriye Müzesi olarak düzenlenerek (1908) ziyarete açılmıştır. Deniz Müzesinin temeli olan Bahriye müzesi (1897)’de yine Osman Hamdi bey döneminde açılmıştır. Osman Hamdi Bey, başkent İstanbul dışında Selanik, Sivas, Bursa ve Konya’da eser depolarını kurdurarak ilerde geliştirilecek bölge müzeleri projelerini de başlatmıştır.

Eski eserlerimizin yabancılarca yurt dışına götürülmesini engelleyen yasayı çıkarıp, ortaya çıkan eserlerin müzelerimize kazandırılmasını ve müzelerin de depo anlayışından çıkartılıp modern anlamda bilime hizmet verecek şekilde tasnif, koruma ve sergileme çalışmaları yapmasını sağlayan Osman Hamdi bey aynı zamanda, İmparatorluk müzesi dışında ülkenin değişik yerlerinde yeni müzelerin temellerini de atar. Bu arada, güzel sanatlar müzemizin çekirdeğini de oluşturmaya başlamıştır. Dünyaca ünlü sanatçılara ait resimlerin kopyalarını yaptırmış ve bu tabloları, Sanai-i Nefise’de yetişen Türk ressamlarının eserleriyle birlikte, Güzel Sanatlar Akademisi’nin büyük salonunda toplamıştır. Bu çalışmalarından ötürü Çağdaş Türk Müzeciliğinin gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir.

Osman Hamdi Bey, arkeoloji alanındaki başarılı çalışmaları ile yurt dışına ulaşan bir ün sahibi olur. Fransız, Alman, Yunan, İspanyol müzeleri, madalya ve nişanlarla Hamdi Bey’i kutlamışlar, böylece Türkiye milletlerarası üne sahip bir arkeolog, müzeci ve ressam, kazanmıştır. Birçok üniversite kendisine doktorluk unvanı vermiştir.

Osman Hamdi Bey 1881′de Müze-i Hümayun’un başına getirildikten bir yıl sonra 1 Ocak 1882′de Sanayi- Nefise Mektebinin Müdürlüğüne de atanır. Bir yandan kazı ve müze işleri ile uğraşırken diğer yandan Türk Kültür ve Sanat hayatına büyük katkıları olacak Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesinin temeli sayılan “Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi”ni 1883 de kurar. Burada eğitim verecek hocaları seçer. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzelerinin Eski şark Eserleri Binası olarak hizmet veren binayı, “Sanayi-i Nefise Mekteb-i olarak Mimar Vallauri ile birlikte tasarlayarak öğretime 2 Mart 1883 öğretime açar. Böylece Osman Hamdi Bey’in sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa ulaşır.”

Osman Hamdi Bey, gerek devlet işlerini yaparken, gerek arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken ressamlığını, hiç ihmâl etmemiş, fırsat elverdikçe resim yapmıştır. Aslında kendisini en mutlu eden anlar resim yapabildiği anlardır “Kur’an Okuyan Hoca”, “Silah Tüccarı”, “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Arzuhalci”, “Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar”, ” Feraceli Kadınlar”, “Mimozalı Kadın”, “Leylak Toplayan Kız” gibi tabloları onun en ünlü yapıtları arasındadır. Resimlerini çoğunlukla yaz aylarını geçirdiği ve en sevdiği yer olan Kocaeli’nin Gebze ilçesindeki Eskihisar’daki evinde yapmıştır.

1910 yılında İstanbul’da öldüğü zaman, memlekette ve dünyada büyük yankılar uyandırır. Osman Hamdi Bey, son çağ biliminin en seçkin siması ve gerçek anlamda uluslararası ün kazanmış birkaç sanatçımızdan biridir.

Batılı anlamda Türk resim sanatının öncüleri arasında da yer alan Osman Hamdi Bey ‘in(10) 1910′da ölümünden sonra Müze-i Hümayun’un ve Sanayi-i Nefise Mektebinin başına kardeşi Halil Ethem bey (1910-1931) geçmiştir.

Exit mobile version