Sait Faik Abasıyanık şiirleri

Sait Faik Abasıyanık’ın en güzel ve kısa şiirleri

18 Kasım 1906 yılında Adapazarı’nda doğan şair, 47 yaşında 11 Mayıs 1954’de İstanbul’da öldü. İlk şiiri “Hamal” 21 Ocak 1932’de Mektep dergisinde yayınlandı. On altı şiirden oluşan ilk şiir kitabı “Şimdi Sevişme Vakti” 1953’te Yenilik Yayınları’nda yayınlandı. Sait Faik Abasıyanık şiir anlayışı olarak belli bir akıma bağlı kalmamış serbest ölçüyü benimsemiştir. Genel olarak şiirlerinde yaşama sevinci, insan sevgisi, İstanbul ve aşk gibi konuları işlemiştir. Sait Faik Abasıyanık şiirleri arasında “Şimdi Sevişme Vakti” en ünlü ve sevilen eserlerinin başını çekmektedir. Bu yazımız içerisinde Sait Faik Abasıyanık’ın en kısa şiirleri de dahil olmak üzere en güzel 15 şiirini hazırladık.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri;

1. Bir Masa

Bize bir masa ayır Yankimu
Aleksandra’mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra’m mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

2. Yeis

Akşam üstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken.
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşam üstleri geliyor.

Neremden yakalıyor, bilmiyorum
Ben tam sevmeye hazırlanırken
On altı yaşındaki sevgilimi.
Elini elimle tutmak
Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir laf dinlemek isterken
Rezil… Tam o saatlerde geliyor.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

3. Marikula Doğur

İstemem eski rüyalardaki kadın resimlerini
Tombul ve beyaz.
Bana bir taze dişin, yazın kumsalda kızarmış
Tüylü altın bacağın yeter.
Ve tren yollarında tüten öğlelerin
Kışın şarap içtiğimiz kahvelerdeki
Boyalı kadınlar rüyası… bitsin.

Ne su başlarında tavus tüyleri gibi çeşitli böceklerin hasreti
Ne çayır içinde gülüşen çocukların yırtık mintanları.
Sen: Taze dişlerinde hıyar kokusu…
Ağzında olgun domateslerin çekirdeği
Karpuz ve erik.

Doldursun bütün bu sahili Marikula
Çıplak dizlerinde ağları ördüğün zaman
Birdenbire sancılanarak yapacağın çocuklar.
Vapurlara seslenecekler Marikula:

Hey, kaptan dur!
Her dokuz ay on günde ikizlerini
Sandallar boş bekliyor.
Balık yalnız tutulmuyor Marikula.

Bacakları çevik çocuklarım sendedir!
Doğur Marikula doğur!

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

4. O ve Ben

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

5. Şimdi Sevişme Vakti

Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı
kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri
gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
resimlerden…

Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin

Söylemeliyim
Yok
Yok… meydanlarda
bağırmalıyım,
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler
okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.

Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt
götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hakla o eski,
o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…

Bir kere duyursam hele
güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım
sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan’dan
Orhan Veli’den
Yunus’tan, Yunus’tan.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

6. Mektup

I

Vapurun dümen yerinde çaldığım ıslık
Yağmurlu güvertedeki türküm
Sana yaklaşmaya vesiledir
Yoksa canım, seni unutmak için değil.
Senden sonra ancak anlaşılır
İnsanoğluna öğretilen yalanlar.
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu herşeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.

II

Senden bahis açılmadıkça susmak isterim
Senden bahis açılmaya vesiledir.
Kınalıada, vapur, deniz, yunus
Şimdiye kadar neden gökyüzü değildi
Niye böyle oldu
Neden kitapları severdim?
Bu şehirde ikimiz birden nefes alıyoruz
Yoksa neye yarardı bu garip şehir?
Burada senin doğduğun bana malumdur
Yoksa sever miydim minareleri
Süleymaniye’yi?
Sen gavur olduğun halde.

7. Söz Açınca

Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada’nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşam üstlerini
Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem…

Nisan yağmurları yağmış Levent’e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan yağmurları tane tane.
Benden yana konuşacaklar bakın
Cümle balıkçılar
Karidesler, pavuryalar, böcekler
İstakozlar.

Akdeniz adalarına haber yolladım
Sardunya Adası benden yana çıkacak
Yırtık yelkenler benden yana.
Benden yana bu yas dökülmüş sandallar
Medarı Maişet, Şemşiri Hücum, Maksut Kaptan
Ceylanı Bahri, Denizkızı, Bereket motorları benden yana.

Ama ben yine de tavşanları
Sivriada’nın boz renkli tavşanlarını
Kimselere değişmem.
Onları göndereceğim kulağınıza
Fısıldamaya
Meremet yapan Ermeni kadınları var ya Kumkapı’da.

Arslan gibi kadınlar
Memelerinden sert balıkçılar süt emmiş
Ak düşmüş saçlarına erkek yürekleri açılmış.

Meremet yapan kadınlar
Onlara da açtım bu sevdadan.
Hepsi
Marmara
O canım su
Sivriada
O yalnızlık, kimsesizlik, balıkçının hürriyet heykeli.

Dülger balığı
O canavar görünüşlü
O uysal balık.
O sandallar, o tavşanlar, o motorlar
Hepsi hepsi gelecekler.
Deniz diplerinden yakamozlar
Dikenleri batan süngerler
Hepsi hepsi gelecek.
Benim için konuşmaya, dinlersen
Onlara da açtım bu sevdadan.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

8. Alnı Hülyalım

Sen İstanbul’dasın diye memnun ağaçlar
Sen varsın diye insanlar iyi
Böcekler yeşil yeşil
Karıncalar sevimli
Çiçekler burcu burcu
Kime söyleyebilirim senden başka
Denizin mavisini
Dondurmacının kutusunu
Çamların sesini.
Kime açarım senden başka
Gül bahçeden
Kim anlar kağıt helvalarının hikâyesinden
Kim iki kahvede saadeti kilitlemiştir
Kim sever o ince minareyi, Yüksekkaldırım’ı,
Çingeneleri

Alnı Hülyalım
Önümden insanlar geçiyor
Tanıyorum hepsini
Ama kim bunlar
Niçin koşuyorlar şehre
Bu yüzlerdeki rahatlık neden
Ben mesutken bile rahat değilim.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

9. Bir Aydınlık

Bir aydınlık sardı,
Işıdı dibinden sular,
Şehir, insanlar.
Bu aydınlık, yerden bitiyordu
Ot gibi, ağaç gibi.
Ne ola ki dedim, kendi kendime
Hep aynı soruyu sordu
Taşlar, ağaçlar, binalar, insanlar
Ne ola ki?

Ağır ağır yükseliyordu aydınlık,
Tam belimizde durdu.
Baktı korkuyla
Yarı belimize.

Bayram günleri dibinden aydınlanan
Abideler gibiydik sokaklarda
Birbirimize bakmadan önce.
Kendi yarı belimizi
Korkuyla, zevkle, daha başka
Bir şeyler seyrettik.

Sonra bakınca birbirimize,
Yarı belimizden aşağısı
Öylesine aydınlıktı ki,
Yarı belimizden yukarısını
Göremedik önce,
Gözlerimiz alışıncaya kadar.

Gözlerimiz alışınca,
Baktık ki belimizden yukarısına
Çılgıncasına,
Hiçbir şeyler yoktu.
Yarı belimizden yukarısı yoktu.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

10. Bir Büyük Karışıklık

Bir büyük karışıklık yaşadığımız sabahlar
Nerde ormanın içindeki sakalı uzamış insan
Mesut dövüşürken aç kurtlarla
Nerede ilk kulübede ilk eşya
İlk insanda ilk hisler
İşte büyük kavak ağaçlarının kaygan,
parlak sırtından inen
Şişman yağlı tırtıllar
Beyhude saraylar, meçhul aletler
Üst üste
Alt alta apartmanlar
Bir çatıda binlerce insan ama
Yalnız bir katta beraberlik, yalnız bir katta his

Kocaman evin hayali içimdedir.
O büyük dünya yüzünü kaplayan
Dışarda bütün malzeme
Tırtıl, insan, kavak ağacı, orman, balta ve ilahir.

11. Bir Zamanlar

Bazı akşamüstleri oturur
Hikayeler yazardım,
Deli gibi!
Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkarlardı.

Kadınlar,
Kahve cezvelerini ısıtan, mavi ışıklı
ispirto lambalarını yakarlar.

Geceleyin, karanlıkta, bir dağ başında –
Bir değirmenci;
Yüzükoyun kapanırdı uzun uykusuna.

Köylüler gelirdi
Bakraçlarıyla pazara
Yoğurt satmaya.
Çıplak bir çocuk ayakları avucumda idi.
Sokakta diz boyu kar vardı
Bir köprü başında
Bıçaklardım istediğimi;
Atardım kendimi, büyük şehirlerin
Asma köprülerinden suya,
Duyardım suyu yardığımı.
Görürdüm:
Suya düşüşümün
Köprüye fışkırttığı suyu.

Sait Faik Abasıyanık şiirleri

12. Deniz

Neler söylemek istiyorum güneş batarken
Bir hitam, bir nihayet, bir ölüm şarkısı
Düşünüyorum sonra orda
Güneşin battığını
Sabah oluyordur.
Sabah
Çocuklar uyanıyordur uykularından
Aziz, harika, latif, sarı, esmer, siyah çocuklar
Anneler görüyorum, kesik saçlı, mavi gözlü
Kocası ölmüş analar
Babalar görüyorum babalar, müthiş kâbuslu
uykularından uyanmış

Allah’ım (cc) ben neler görüyorum güneşin battığı yerde
Güneşin battığı yerde yenilik
Hiç eskimiyor bu nizam
Her zaman uyanıyoruz buluğ çağında şeytan
gizli uykulardan

Samanlıklar, tarlalar, koşmaca ve
saklambaçlar –
İçimde bir bilgiç lise talebesi ruhu
tayyarelere biniyor
Saatte 3600 kilometre yapan tayyareler
Ve güneşin battığını görmüyorum

Ne de doğduğunu
Güneş var gurup tulû yok
Bana göre tulû sana guruptur
Senin gurubun benim tulûum.
Çocuklar güneş doğuyor
Çocuklar güneş batıyor.

13. Aynalı Çeşme

Küçük bir sofra kurardım
Boğazımı bir umutsuzluk sıkardı
Merdivende ayak sesleri kesilirdi
Odaların içine yalnızlık kapanır
Ampul kararırdı
Merdivende ayak sesleri kesildiği zaman.
Kapı hafifçe tıkırdadı mı dersin?
Koş…
Kimseler yok.

Kulaklarımda ayak sesleri
Kapıda tıkırtı
Boğazımda bir yumruk.

Her yerde kendim
Aynalarda, camlarda, alüminyumlarda

Kurşun borularda
Masada, karyolada
Pis kendim, mendebur kendim, fena kendim.

Ama kapı tıkırdadı mı idi
Sen
Sen bir tek insansın
Değişik

Kalküta’da lacivert saçlı çocuk
“Grenoble”da maviş
Pire’de üzüm çalıyorsun bir küfeden
Napoli’de balık satarsın.

Ama sen
Sen benim Aynalı Çeşmem.

14. Evime Dönüyorum

Adımım düşünüyor… Anlatılmaz ki sözle;
Bin bir ateşten dilli yangınken sönüyorum…
Bir harabe yüzüyle, balmumundan bir gözle,
Sararmış caddelerden evime dönüyorum.

Düşmüş yanına eli, bir tutam buğday gibi.
Bir çocuk uyuyordu işportanın başında;
Avizeler yakıyor caddeler saray gibi;
Bir anne dizi hali kaldırımın taşında.

İçimden: “ört” dediler, örtüverdim üstünü
Bir çuval parçasının çıplağı belirince.
Vuruyor fenerlere şimdi, ağaran günü,
Ne gece… Ne canından bıkmış, hiddetli gece…

Son ışıkla, bitiyor gözümde sivilceler
Şimdi dövüşüyoruz, gecelerle, taş taşa…
Hasreti sabahımın ak başımda geceler;
Evime dönüyorum, rüzgârlarla baş başa…

“Köprü”den ilk camie, son canımla kavuştum;
Bakın, başım düşüyor , kapadım gözlerimi.
Sert taşlara can veren sanatkârla buluştum;
Geceler hakkediyor mermerleşen derimi…

Dur! Durdu… O gürültü kaçıyor son paramla.
İşlek bir cadde gibi sabahla sönüyorum,
Kapanmayan gözümle, kapanmayan yaramla,
Kızaran caddelerden evime dönüyorum.

15. Arkadaş

Bugünlerde bir akşam, şehrin aynalı
gazinosuna ve aynaların içine
Selim-i salis gibi oturacağım.
Önümde rakı, dışarda akşam, akıntı,
kayıklar ve gelip geçen…
Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne
siper edip bakan birisi:
“Bu herif aşık!” diyecek.
Saçları perişan, dudakları mürekkepli, hali
bencileyin serseri bir kızı
Büyük bir sandal

Akıntının içinden çekip –
Rakı kadehimle benim arama bırakacak.

Diyeceğim:
Bu akşam değil, bir başka akşam, seni alıp
bir kocaman şehre götüreceğim,
O şehirde toprak çoktan patlamıştır,
Yıkılmıştır bildiklerim;
Kocaman cepheleriyle borsalar, saraylar,
kimbilir belki de mahkemeler, zindanlar..
Masaldır artık
Onların kahramanlığı, onların merhameti,
onların fazileti.

Ezanlar, mevlitler, harpler, taburlarla
kahramanlar…
Kafam alkolsüz, ellerim kelepçesiz,
Seni bir akşamüstü, Sotiraki’nin
gazinosundan
Rakı kadehimle benim aramdan alıp
Altın akşamların sarı çocukların tırmandığı
Kuşların öttüğü ve yemişlerin yendiği
Hudutsuz ve çitsiz,
Perisiz ve cinsiz,
Kümessiz ve evsiz
Hâsılı numarasız
Bir memlekete götüreceğim.

İstasyondan iner inmez
Seni metrolar başka beni başka tarafa
götürsün. Zararı yok!
Yalnız yine böyle kumral akşam üstleri
Yapayalnız kaldığım kasım akşamları
Buruşuk manton, dağınık saçların;
mürekkepli ağzın ve hemşire
Çehrenle

Ayaklarını bir sandalyeye dayayıp –
Bana iki satır birşey söyleyeceksin:
“Bugün ne yaptın, çalıştın mı?”
İstersen sonra kalkar, gezmeye gidersin
Bensiz…
Sen bilirsin.

Nazlim

Universiteit Gent üniversitesinden 2003 yılında mezun oldum. İngilizce, Almanca ve Türkçe bilmekteyim. Çeşitli sitelerde yazılar yazarak başladığım gazetecilik serüvenini serbest gazeteci olarak devam ettirmekteyim. Okuyucuların dikkatini çekecek haberleri 2004 yılından beri Nazlim.NET sitesinde yazmaktayım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir