Bu sayfada
- Uludağ Şiiri
- Umut Şehirleri Şiiri
- Üstüme Varma İstanbul Şiiri
- Gaziler Caddesi Şiiri
- İstanbul Yoktu Sen Olmasaydın Şiiri
- İstanbul Şiiri
- Aşığım Sana İzmir Şiiri
- Şehir Şiiri
- Antalya Şiiri
- Karabiber Şiiri
- Güzel Antalya Şiiri
- Bu Şehri Bırakmak
- Kaybolan Şehir Şiiri
- Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi
En güzel şehir şiirleri kısa sayfamızda, amatör ve ünlü şairlerden şehir ile ilgili şiirleri okuyacaksınız.
Uludağ Şiiri
Uludağ’da karı düşünüyorum karı.
Donları çözülmüş karı.
Masamda buz gibi biram.
Hani ya rakım.
Herkesin elinde ski kayıyor.
Benimki kırık.
Benim adım Orhan Veli Kanık.
Yüreği yanık.
Umut Şehirleri Şiiri
Yıllar önce terk ettim
Çıplak ellerimle kurduğum umut şehirlerini,
Yalnızca kalbimi çakılı bıraktım her direkte,
Ruhumu alıp, uzaklara götürdüm acılarımla birlikte.
Bu gün havası o şehirlerin hala burnumda düşüncelerime kokuyor
Konuşacak hiç bir şey kalmadığında sessizliği yine de benim sessizliğim,
Açık gözlerimle tek seni görüyorum…
Tutuluyor hala nefesim!
Yahya Akbulut
Üstüme Varma İstanbul Şiiri
Sana geldim içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adim unutulur
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün bulutların, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahir
Ezilmiş ellerimin arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılarına dayanmışım
Karşında yıkılmış duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim.
Gaziler Caddesi Şiiri
Basmane’de gaziler Caddesi’ne.
Küçük bir yağmur götürdüm.
Siz böyle akşamüstü görmediniz.
Gizlice bir şarap tuttum.
Yine o şehir korkusu.
Ola ki simsiyah sarhoşum.
İçimde elektrik uğultusu.
Bir de kötümserlik sebepsiz.
Şurda yeşil gözlü bir çocuk.
Naylon geçirmiş şapkasına.
Ferîd’e benzettim azıcık.
Kim bilir belki de başkasına.
Yetişkin eli yüzü tertemiz.
Basmane’de gaziler Caddesi’ne.
Kırık çocukluğumu götürdüm.
Siz böyle akşamüstü görmediniz.
Camların rengini beğenmedim.
Bütün mor bıyıklar yabancı.
Şekersiz çaylar içindeyim.
Gece makaslarında bekçi.
Sabaha karşı hırsız.
Bu afiş bir sinema tuzağı.
Düşme o kızın arkasına.
Yemyeşil kolu bacağı.
Cıgara yapışmış dudağına.
Dördüncü gecedir uykusuz.
Basmane’de gaziler Caddesi’ne.
Ürkek bir çarşamba götürdüm.
Siz böyle akşamüstü görmediniz.
İstanbul Yoktu Sen Olmasaydın Şiiri
Ben nice İstanbullular gördüm sana gelinceye kadar
Kirli paçavralara benzerdi insanları
Dostluktan, vefadan yoksun.
Bölünmüş, dağılmış, parçalanmış
Ve her biri kendi ağırlığıyla ezilmiş, yorgun.
Yüzümde dolaşan birer iğrenç böcekti gözleri
Bir tutsam
Yapışır kalırdı ellerime en çirkin yerleri
Evlerinde bulduğum yalnızlık
Sokaklarında bulduğum upuzun bir kahırdı.
Günler boyunca
Bir başka karanlık gelirdi
Karanlığın biri kaybolunca
Güneşler doğardı görmezdim.
Bir ses durmadan ölüme çağırırdı beni
Bilmezdim bu şehirde senin yaşadığını.
Bilmezdim.
Zindandı bütün meyhaneler
Duvarlar karaydı
Köhne bir Bizans eskisiydi İstanbul sensiz.
Semt semt bir ağır yorgunluktu
Sürekli bir aldanıştı sokak sokak
Benden en uzak sevgilerde yaşadım yıllarca
O büyük yalanlarda yaşadım.
Senden habersiz bir ölü gibi
Senden uzak zamanlarda yaşadım.
Mabetler yıkıldı içimde
Umutlar hayaller yıkıldı
Bir gün bütün İstanbul yıkıldı.
Sokaklar kaydı ayaklarımın altında
Gün oldu kalabalık meydanlarında inançlarım yıkıldı
Gün oldu
Gözlerime çiviler çakıldı merhametsiz.
Toz toz oldum, duman duman oldum
Aldığını geri vermedi yıllar
Yitirdim kendimi bu rezil şehirde
Seni buluncaya kadar.
Eskiden bir lale hatırlardım
Yada mavi mavi bir deniz İstanbul denince
Serin rüzgarlar okşardı saçlarımı
Rıhtımlar balık balık kokardı.
Ne zaman
Yumsam gözlerimi bir gemi kalkardı.
Vapur düdükleri durmadan öterdi.
Eskiden bir İstanbul vardı bilmediğim
Bana yeterdi.
Sonra kaç yıl yaralı bir hayvan gibi
Gezdim sokaklarında
Sonra kaç yıl bir sevgi aradım
İstanbul’u aradım.
Belki de seni aradım bilmeden
Ayaklarımın dibinde denizler can çekişti
Şehirler parçalandı
Bir çağ öldü gözlerimin önünde
Benim en güzel çağım öldü.
Bizi topraktan yarattılar
Gel gör ki.
Bu şehirde
Benim toprağım öldü.
Seni aradım bu şehirde yıllarca
Yana yakıla seni..
Sen kimdin, sen neredeydin kim bilir.
Hep böyle sensiz miydi bu şehir.
Bu şehir İstanbul muydu?
Öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde
Gemiler demir almazdı
Trenler işlemezdi
Sen olmasaydın
Bir ömür bitip
Yepyeni bir ömür başlamazdı içimde
Bahar gelmezdi
Ağaçlar çiçek açmazdı
Seni bulmasaydım
Ve ben yoktum
İstanbul yoktu
Sen olmasaydın.
İstanbul Şiiri
Bu şehir kan kırmızı
Kanayan yüreklerden artan
Bu şehir kan kırmızı
Gözlerimden arta kalan…
Bu şehir bir duman
Bu şehir bir yalan
Bir kale çizmiş şimdi
Gökteki mor bir buluttan
Bu şehir sevdalı
Bu şehir tarih kokan
Elleri değmiş ellerin
Yine de
Kopamaz yarınlarından.
Gülden Karabudak
Aşığım Sana İzmir Şiiri
Saat kulesinden randevu aldım
Sallandım kordon boyuna
Denizin mavisine çalmış gözlerim
Sus düştü dudaklarıma
Karşı yakadan süzülüp gelir vapur
Yol alır konağa güzel yalıya
Âşıklar kol kola girmiş
Dolaşır sahil boyunda
Denize nazır bir çay içtim
Bir çay bir çay içtim daha
Veda ederken güneş kızıllaşır
Meşk eder dans eden dalgalara
Yakamozlar ayın doğmasını bekler
İzmir’e kavuşmak ister sabırsızca
Şimdi bir martı olsaydım
Uçsaydım süzülseydim semada
İzmir’i seyredip
İzmir’i dinleseydim orada
Neresine taht kurayım bu güzel şehrin
Hangi köşesine gitsem huzur bulurum
Aşığım sana İzmir her gören âşık
Cennetten diyar bu yarım ada.
Mustafa Bertan
Şehir Şiiri
Ve şehir sabah akşam bu gürültüdür,
Baksan minareler, kubbeler görünür,
Minyatür bir gök ve serseri bulutlar;
Bacalar tütmekte yakından, uzaktan,
Kuşlar saçaklarda mahzun kanat çırpar,
Usanmış durur damlar göğe bakmaktan.
Ve kış yaz demeden ve Tanrının günü,
Benimsemişler şehrin gürültüsünü,
Giderler gelirler bu kaldırımlarda
Gül benizli toklar, saz benizli açlar.
Ne alışveriştir gel gör bu pazarda;
Ne çeker apartmanlardan ağaçlar!
Antalya Şiiri
İsmin gönüllerde saklı bir şehir,
Solmayan renkli bir gülsün Antalya.
Mehtaba hükmeden, gümüşten nehir,
Gecemde masmavi tülsün Antalya.
Cennet sofrasında bir altın kaşık,
Kültürde ülkeme tutuyor ışık.
Sana bir ben değil, bir alem aşık,
Bunu bütün dünya bilsin Antalya.
Mavi bir atlastır, denizin suyu,
Her gece bağrına basıyor ayı,
Gördüm ne canları besliyor kıyı,
Aşıklar görmeye gelsin Antalya.
Gün geçiyor, güzelliğin bitmiyor,
Anlatmaya kelimeler yetmiyor,
Hayalin gözümden bir an gitmiyor,
Ruhuma akan bir selsin Antalya.
Şanı, şöhretisin bu güzel yurdun,
Uzaktan göz kırpıp, naz edip durdun.
Bugün de Ayaz’ı gönülden vurdun,
Güzeller güzeli ilsin Antalya.
Ahmet Ayaz
Karabiber Şiiri
İzmir’de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi karabiber
Yaprağının ucunu ısırdım
Tadı karabiberdi karabiber.
Bir yaşıma daha girdim
Biber dediğin tuzluğa yaraşır
Fidesi olur fidan olur
Bir çınar boyunda karabiber
İnsanın başı döner
Çiçek mi, meyve mi, tohum mu nedir
Nar tanesi gibi pırıl pırıl
Çingen pembesinden sıcak
Karabiber ağaçlar dolusu
Karabiber sebil
Karabiber salkım saçak
İzmir’de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Ya karabiber türküsü Allah’ım(c.c)
Necati Cumalı söylerdi
Soba borusu gibi bir sesi vardı
Karabiberim, derdi karabiberim
Candarmalar geliyor kalk gidelim
İzmir’de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Benim, avuç içi kadar saksılarda
Asma kütükleri, yeşerten anam
Bu ağacı görse sevincinden ağlardı
İzmir’de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Dalını, meyvesini, gölgesini
Getirdi masamıza serdi
Yapraklarını görsen bayılırsın
Bir yazma oyası kadar ince
Söğüt dallarından narin
Saçlarının arasında dolaştığını duyarsın
İncecik biberli ellerin
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Güzel Antalya Şiiri
Antalya, Antalya güzel Antalya.
Seni gelip görmek, nasip olmadı.
Bir güzel ile, gidecektim oraya.
Diledim isteğim, kabul olmadı.
Buldum telefonun, sordum hatırını.
Güzel dedi, ben çekemem kahrını.
Gelip buralara, sıkma canını.
Antalya, Antalya güzel Antalya.
Gelip görmek seni, nasip olmadı.
Söyler hanım, yol yoramaz, dost beni.
Ömrüm geçer, gönlüm arzular seni.
Silip atamadım, gönlümde seni.
Antalya, Antalya güzel Antalya.
Gelip görmek seni, nasip olmadı.
Bu Şehri Bırakmak
Bu şehirde yağmur altında dolaşılır
Limandaki mavnalara bakıp
Şarkılar mırıldanılır geceleri.
Bu şehrin sokakları çoktur,
Binlerce insan gelir gider sokaklarında..
Her akşam çayımı getiren
Ve bir Beyaz Rus olmasına rağmen
Hoşuma giden garson kadın bu şehirdedir.
Bu şehirdedir
Valsler, foksrotlar altında
Şuman’dan, Bramsdan
Parcalar çaldığı zaman dönüp
Bana bakan ihtiyar piyanist.
Doğduğum köye müşteri taşıyan
Şirket vapurları bu şehirdedir.
Hatıralarım bu şehirdedir.
Sevdiklerim,
Ölmüşlerimin mezarları.
Bu şehirdedir işim gücüm,
Ekmek param.
Fakat bütün bunlara mukabil
Yine budur başka bir şehirdeki
Bir kadın yüzünden
Bıraktığım şehir.
Kaybolan Şehir Şiiri
Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyarıdır
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yadigârıdır.
Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle biz’di o.
Üsküp ki Şar-dağ’ında devamıydı Bursa’nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İsa Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Hulyâma ahiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal…
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loy…
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi…
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan…
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı…
Hamravat suyu dondu,
Dicle’de dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba – kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
“Yel” der, “Baharın geçer”.
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed Arif’in yeğeni…
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü…
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…